Düşmanların ve Sen

Bir terslik var bu dünyada.

En güzel evlerde, o evleri yapanlar oturmuyor mesela. Ekmeğin en güzelini, buğdayın en dolgununu biçenler yiyemiyor. Emek bizim, ama doyan biz değiliz. Bir kendimize, bir de dünyaya bakıyoruz. Binalar giderek yükseliyor, şehirde sokaklar giderek ışıldıyor, ekonomi giderek büyüyor diyorlar, ama bizim ellerimiz giderek yoksullaşıyor, nasırlaşıyor.

Yoo, haksızlık etmeyelim. Emeğimizin karşılığını hiç alamıyor değiliz.

Mesela demir döküyoruz, hapishanemize, hücremize parmaklık oluyor.

Otomobil üretiyoruz, içine çocuklarımızı atıp kaybediyorlar. Şu dünyada kaç emekçinin boğazına sarılmıştır, yine bizim gibi emekçilerin ürettiği o yağlı urgan? Bunun kendi kendini boğmaktan farkı var mı?

Fark ediyor musunuz bilmem?

Ancak kendimize düşman olmamız şartıyla bu ülkenin sokaklarında yürümemize izin var.

Emeğimizi çalacaklar, başımızı eğip ineceğiz madene tekrar. “Evini yıkacağız” diyecekler, söylene söylene toplanıp çekip gideceğiz o gece.

Bizi çürütmeyen, bizi kendimize düşman etmeyen her şeyse suç olacak:

“Evimi yıktırmam” demek, emeğimizin karşılığını istemek, evimizdeki kitap, dilimizdeki türkü, attığımız slogan… Yasak.

Belki sen de şu “örgütle mörgütle işim olmaz” diyenlerdensin, kim bilir. Oysa yıllar, yıllar önce seni, sana düşman bir örgütün üyesi yaptılar. Okulda çift sıra olarak başladın emir almaya; haz’rola durdun askerde. Sana üzerine yapışıp, bir ömür çıkmak bilmeyecek bir meslek verdiler. Her Allahın günü bir patron için sabah kalkıp şu saatte, şu kadar saat çalıştın, üyesi olduğunu fark etmediğin bu örgütte.

Ama insan hem kendine düşman olup, hem de yüzünde bir gülümsemeyle yaşayabilir mi?

Yaşayamadın sen de. İşte bu yüzden ikiye bölünüyorsun sürekli: Kendinden nefret etmekle, kendini çok sevmek arasındasın. Ülkendeki insanların haline acırken, derin bir öfke duyuyorsun onlara içten içe. Bir yanın halk düşmanlarına güvenmek isterken, kafanda bir ses düşürüyor seni şüpheye. Senin gibilere düşman olmakla, seni ezenlere küfretmek arasında bütün gelgitlerin.

Oldu ki kendine düşman olmayı reddettin bir gün. Ve nihayet sormaya başladın kendine: Kim dinlendi ben yorulurken? Kim doydu ben acıkırken? Kim tutsaktı, ben özgürken?

Ve patron için değil de, halkın için akmaya başladı diyelim alın terin. Sürsün diye değil de, bitsin diye işler oldu ellerin. Sevdiklerinle sevmediklerin yer değiştirdi, düşmanlarının ve dostlarının adını yeniden seçtin. Hayallerin değişti, sen değiştin.

Basarlar o zaman düşlerini bir gece, acımazlar.

İş cinayetinde değil de, sokak ortasında kurşunlayıp, bir hapishane hücresinde öldürecek kadar nefret ederler senden. Onların kontrolünün dışında bir şey olsun, insanlar onların düzeninden başka bir düzen hayal etsin istemezler. Yoksa hayallerini yalanlara boğarlar, boğamazlarsa hayallerini kimseye anlatamayacağın yerlere kapatırlar. Onu da beceremezlerse…

Ama yine de anlayamayacaklar. İşte bu da onların ölümcül hastalığı.

Çünkü bu çağda anlamak ve çelişkileri çözmek bize has. Nasıl böyle çoğaldığımızı, nasıl böyle cüretli olduğumuzu, bizi neden ölümle korkutamadıklarını çözemedikçe korkacak, saldırganlaşacaklar. Korku dünyayı anlayamayan beyinlere çöken karanlıktır. Bu karanlık onların sonu olacak.

Yorum bırakın